Okuyacağınız bu hikaye, bir dönüşüm hikayesi. Bir transformasyon hikayesi ve hatta hani fazla gıcık etmeyecek isem sizi, bir uyanış hikayesi...
Bu tür hikayeler ben büyürken öyle çok yoktu. İlk örneği belki de Ferrasi’ni Satan Bilge’ydi. Kimsenin okumadığı ama herkesin fikri olduğu kitaplardan, Orhan Pamuk veya Eckhart Tolle gibi.
Sonra ama yavaş yavaş, 2000lerin ortalarına doğru özellikle, bu hikayeler artmaya başladı. Bir dönem geldi ki bir bakmışsın, her iki Ayşe Arman röportajından biri bu konularda:
Başka bir hayat mümkün dedi, kurumsal hayatı bırakıp Gabon’da organik maymun boku yetiştirmeye başladı.
Ben bu yok efendim uyanışmış, yok efendim dönüşümmüş, bu tip hikayelere büyük ifrit olurdum. Feci gıcık olurdum ama, bir tek buna da olmazdım.
O zamanlar hemen her şeye gıcıktım, seneler sürecek bir Siniklik Dönemi. Zihnimde sürekli güncellenen bir “Zevk İçin Dövülesiler Listesi”.
Arada Facebook sayesinde hatırlıyorum o dönem gıcık olduğum şeylerin bazılarını, hani “bilnemkaç sene önce bugün” diye sana paylaştığın şeylerei hatırlatıyor ya:
Yani kim niye nasıl Aydın Boysan’a gıcık olur, hatta ona şeytan diyebilir di mi? Muhtemelen Kemalist bir şeyler söylemiştir ben de gıcık olmuşumdur.
Hani tamam, insan bazen düğüne gitmekten yorulabilir, hele benim gibi düğünleri de hafta sonları gibi, “Rockstar Weekend” şeklinde geçiriyorsan…
Bunu dosta, düşmana ve özellikle yeni evlilere ilan etmek istersin?
Gezi Direnişi gümbür gümbür, ben klavye başında Gramer Nazisi...
Sonra mesela bir ara tatile gidip de foto koyanlara uyuz olmuşum: “Tatil fotosu bloklama app’i ister deli gönül” açıklamasıyla da bunu dosta düşmana ilan etmişim. Defalarca. Maraton koşucularına da, dolgu topuklulara da…
Liste böyle uzayor da uzuyor ve amma velakin, listenin birincisi, o hiç değişmiyor. Tepede, açık ara ve neredeyse kendimi bildim bileli, aynı kişiler var: Spritüeller!
Hippiler, iki kelimesinden biri enerji olanlar, insanlara burcunu soranlar, Buddha’dan bahsedenler, meditasyon yapanlar, kısacası eften püften işlerle uğraşan her bir kişiye tarifi zor bir gıcıklık duyuyorum.
Hani bu tiplere, Gabon’a taşınanlardan, Ferrari’sini satanlardan bile daha çok ifrit oluyorum.
Bu Aydınlanma Felsefesi’nden, aklın yolundan şaşmış şaşkolozlar, bu kişiler, semavi dinlere inanan, din-i bütün kişilerden bile daha tehlikeli bana kalırsa.
Bunlar bir de genelde okumuşlardan çıkıyor, tahsilli cehalet yani, olabilecek cehaletlerin en kötüsü. Tahsilli cehaletin cinneti…
Bu arada “spritüel saçmalık, eften püften işler, New Age Bullshit” kategorisine ne giriyor derseniz, pek ucu bucağı sınırları olan bir kategori değil diyebilirim:
Yoga moga tarzı işler giriyor mesela veya meditasyonun her türlüsü ve kesinlikle transdantal olanı.
Sonra sessizlik ve dinginlik gerektiren her şey, ormanda yürüyüşten, denizi, ufku veya gece yıldızları seyretmeye kadar. Bunlar da ileri derecede boş beleş işler. Kısacası, Work Hard Party Hard kategorisine girmeyen hemen her şey.
Bir de bu boş beleş işlerin bir ileri safhası var, tam Full Terelelli kategorisi:
Yok efendim enerjiymiş, çakraymış, Human Designmış, Tarotmuş, Reikiymiş, Thetaymış, aile dizilimiymiş, falmış, düşünce gücüymüş, ruhlar alemiymiş, reenkarnasyonmuş…
Bunlarla anca meczub ilgilenir, Medyum Memiş işleri bunlar. Bizim gibi rasyonel, aydın, yüzünü geleceğe dönmüş insanlara göre değil bu tür şeyler lütfen rica ederim.
Hem sonra, okumuş ailelerden gelmenin yanında, ben bir de devrimciyim üstüne üstlük, sapına kadar ateistiz afedersin. Memleketi irticadan, dini hurafelerden kurtarıcaz, and içmişiz.
Gel gör ki o hurafeler bir şekilde benim olduğum masalara kadar bile ulaşıyor. Falcıya veya kurşuncuya gitmiş biri “Ya inanmazsın şimdiye kadar olanları nasıl da bildi” diye anlatıyor masadaki herkesin dikkatleri üzerinde, “her dediği de çıktı sonra”.
O konuştukça ben de hayaller alemime dalıyorum, elimde Richard Dawkins’in ‘Tanrı Yanılgısı’yla dövdüğümü düşlüyorum bu zırtapozu...
Şimdi ise ey sevgili okuyucu, durum biraz daha farklı.
Yine çok şeye gıcık olabiliyorum ama kendime saklıyorum mesela. “Sana ne yahu?” diyorum, gıcık olacaksan da içinden ol. Dünya biraz daha az benim etrafımda dönüyor artık. Dolgu topuklara veya maraton koşanlara bile o kadar gıcık değilim düşünün.
Esas fark ama Facebook kullanımımda değil, dünyaya bakışımda sanırım...
Eskiden, ki çok da eski diil yani, dünyayı tamamen maddeden ve maddiyattan ibaret görürdüm. Böyle bakınca da, bunun doğal sonucu Work Hard Party Hard’a çıkmıyor mu? Tüm sistemin sana yüklediği de bu değil mi zaten?
Dünyanın güzelliklerinin peşinden koşmak kadar normali var mı? Listenin ilk üçünde (1) güzel dekolteler, (2) güzel partiler ve (3) güzel takım elbiseler olması kadar? Gerisi boştur, gerisi beleştir, ötesi var diyen de kalleştir…
Şimdiyse, durum accık farklı, çok dramatik değil ama, henüz Ayşe Armanlık değil.
Bir Ashram’a kapanmadım, yogi olmadım, Gabon’a da gitmedim (ki teklif ettiler).
Sabahtan akşama meditasyon yapıp, dergahlarda tef de çalmıyorum. Hatta olabilecek en aspritüel işle, avukatlıkla uğraşıyorum ve Ferrari’mi de satmadım çünkü zaten henüz alamadım.
Yine de, değişiklikler var elbet, bugün mesela, bir ruhsal medyumla bir podcast bölümü kaydedicem. Çok acayip heyecanlıyım anlatacağı ruhlarla iletişim hikayelerinden
(Yazarın notu: bu arada kaydettim, buradan dinleyebilirsiniz:
Sonrasında, koruyucu meleklerime ve kainata bir mektup yazmayı planlıyorum (Yazarın notu: yazdım ve hala cevap bekliyorum).
Onun akabinde bir kez daha Psychomanteum deniycem, bir tür şaşı-bak-şaşır pratiği: Bir aynaya bakıyorsun ve bir süre sonra, ölmüş bir sevdiğin aynadan çıkıp seninle konuşuyor (Yazarın notu: yine gelmedi anacığım).
Yatmadan önce de Netflix’teki Surviving Death belgesel serisini bitiriyim diyorum (Yazarın notu: bakın bu çok iyiydi işte).
Ehh sonuçta bugün Pazar, tanrının günü böyle geçmeli ha?
Şimdi efenim, Tanrı Yanılgısı’ndan, tanrının gününe gelmek. Sonra hiç bırakamam dediğim İstanbul dehlizlerinden, Work Hard Party Hard’dan, Bodrum’un (görece) sessizliğine gelmek.
Yemek masalarında falcı, medyum hikayesi anlatmak, uyanış hikayesi dinlemeye bayılmak (şalvarın olmadığı sürece tabi)...
Nasıl oldu da oldu ben de tam bilmiyorum.
Kesinlikle olmaz denen şeyler oldu, hiç yaşamam dediğim deneyimler yaşadım. Denize düştüm, sptirüellere sarıldım. Hiç girmem, kapısından geçmem dediğim ortamlara girdim.
Bu dizi, Bir Ateyizin İtirafları Dizisi de, işte bu serüvenin hikayesi.
Hardcore bir ateyizin, manevi dünya ile tanışma hikayesi yani. Hala da devam eden bir hikaye.
Şimdi, dilerseniz, ilk denize düşmemle başlayalım, Nermin Enerji’yle…
Karaduman, Astral dehlizlere girip atasal düğümleri çözme yolundasın sanki :=)